Umutcan Yılmaz
Freelancer
Blog Post

Her ağaç vaktinden önce kuruyup gider aslında

22/10/2013 Edebiyat

           Her ağaç vaktinden önce kuruyup gider aslında. Her deniz kendi ufkunda yiter. Kırılan ayna olmak için hep çok gençtir ümitler ve her gün daha geç bitmeyi hak eder. Göz bebeğime ilişen bu sizi neden mütevellit, orası muamma. Umulmadık anlarda bir gölge oluveriyorum akşamüstü alacasında, rengi utancından kırmızıya çalmış fezada. Ben biliyorum ki şiirler uzayıp giderse biter ve üzerine titrendikçe güzelleşir manalı delilikler. İki dudak arası mesafeyi on günde kat eden bir üşengeç, bir tembellik abidesi, bir vurgun simgesi. Yani ben, yani biraz da sen. Biraz biz ve biraz daha sen.

            Her kuyu bir Yusuf için, biliyorum. Her Züleyha bir sınav için… Ademle Havva’nın tohumundan vücuda gelenler için yasak elmalar. Her gece bir masal için ve her pervane ateş için. Ben o yüzden her gün satırlar dolusu kelime yoğuruyorum, kelimelerin oyuncağı oluyorum. Bir harf çarpıntısı yüreğimde. Sen de havadan, ben diyeyim aşktan. Biraz hasret gelsin. Yani ben, biz yani. Ve en çok da sen!

           Salkım saçak rüyalar aman vermez ki zulmetimin selametine. Hep aynı duaya âmin demeler külfetten kurtarmaz ki sızım sızım sızlayan benliğimi. Pürtelaş meftuniyetim perdeleyebilir belki gamlarımı. Yorgun değilim aslında. Hamuruma karışan iki damla gözyaşı, tek katre alev yüzünden oluyor her ne oluyorsa. Bundandır baharı hazan sanmalarım, samanlıkta iğne aramalarım… Hala merak ediyorum. Meftuniyetim diyorum, hani şöyle en pür telaşından olsa. Yahut pervasız? Tıpkı benim gibi(!), biraz da sen ve yine sen, olduğu kadar da biz…

           Haddi hesabı olmayan bu erteleyişlerle nereye kadar gidilir ki? Hep aynı kapıyı zorlamalar önleyemez ki sonunda havlu atmaları. Bu halde kesinkes inanmış bulunmaktayım hamuruma gözyaşı karıştığına, gözyaşının da alevle karıldığına. Yoksa nereden gelsin bu aşinalık, bu yakınlık? Nasıl oluyorsa ne alev tutuşturmuş suyu ne su söndürmüş alevi. Ruhum gidip geliyor ikisi arasında. Yanıyorum, kâh ağlıyorum. Can tutulması yaşıyorum, cankurtaran arıyorum.

           Gökte kaç yıldız var, onu saymaya giriştim yine. Bir yerden sonra sayıların aklıma oyun oynayacağını bile bile. Irmaklara bıraktım kendimi, arınayım diye. Irmağın da benimle kaynağında boğulacağını bile bile. Başka omuzlar aramadım ağlamak için, tek damla gözyaşımın dokunmadığı omzunun yerini doldursun diye. Nasıl olsa dolmaz o boşluk diye diye, göz yaşı döke döke, mehtaba diş bileye bileye, gelmeyeceğini bile bile.

           Bünyesinde son çare ayrılıklarla bil mecburi aykırılıkların el ele verdiği kalbim, tüm bitişlere hak veren aklımla daimî savaş halinde. Mühimmat yetersiz, menzil belirsiz… Ölüme nazir terk edişler yaşamaya hazır, ölüme daha fazla, buna yaşamak da denemez esasında. Uzun savaşlar hep böyle biter. Kaybedilenler candan bir parça, can kimi zamansa. Oysa kazanılanlar hiçten bile az, esire muhalefet boşluklardan daha boş. Ama bu kez yerle gök çarpışıyor sağ yanımda. Ummanlar taşıyor, bulutlar semaya fedai. Şimşekler bir an bile susmuyor, gök gürlüyor. Yer altında ne kadar su varsa coşmuş, öfkeden köpürüyor. Gayzer demek haksızlık olur bu ihtişama… Bir aşk kalıyor işte, kıyıda köşede. Günü gelince savaştan sıyrılıp her zerreme sirayet etmek üzere…

Umutcan

Related Posts
Write a comment